23 Aralık 2013 Pazartesi

Bir anlatıcı: Hameran

Ali Çakıroğlu'nun Rap müziği yapan dostumuz Şerwan Hameran için yazdığı yazıyı, yazıda, benim de uzun zamandır gördüğüm ama yazmaya cesaret edemediğim tespitler olduğu için paylaşmak istiyorum.


Müziğe ve söz yazmaya gerçekten çok küçük yaşlarda başladı. Bildiğimiz enstrümanlar onun ilgi alanına hiç girmedi. Aynı şey dil için de geçerli. Çocukluğundan beri icat etmek istediği şeylerin arasında yeni bir dil de vardı. Sonunda bu iki özlemden HAMERAN doğdu. 7 yaşında “işçi sınıfının ezildiği”ne, Afrika’daki aç çocuklara dair yılbaşı şiirleri yazan çocuk, en sonunda kendisini RAP’e adadı. İcat ettiği dil de “Türkçe RAP”te bir lehçeydi.

Biz onun "Şero" dönemini de biliyoruz. Yaklaşık 15 yıldaki ilerlemesi hayranlık verici. Odaya kapanan ve oradan kargacık burgacık el yazısıyla “cinnet/vahşet/dehşet” sözleriyle dışarı fırlayan delikanlıdan Gezi ağıtlarına gerçekten uzun ve zahmetli bir yol yüründüğü kuşku götürmez. Bireysel olan da politiktir. Sitüasyonistlerin “canımız sıkılıyor; bizim can sıkıntısından başka kaybedeceğimiz bir şey yok” şeklindeki görüşlerini benimsemiş gibi geçen yeni yetmelik dönemi geride kaldı. Aynı formda başka bir öz, diyalektiğin kanıtı olmalı. Rap formunu koruyup, özünü baş aşağı çevirmek isteyen delikanlı, bu durumda Marx’ın Hegel’e yaptığını yapmış sayılır. Daha sonra Blackleft’e evrilmeyip, bireysel çıkmazlarda debelenen apolitik Amerikan rapinden, devrimci bir rap yaratma çabası ve inadı artık selamlanmalı!

Emek harcanan her yol zahmetlidir; emek ürünlerinin sahipleri emek ürünlerine yabancılaşırlar. Buna metaların fetişizmi de denebilir. Peki meta bir kültür ürünüyse ne olur? Bir şekilde piyasaya çıkan her ürün gibi bunlar da sahiplerinden uzaklaşırlar. Kapitalizm her şeyi metalaştırdığı gibi, “Che”yi; “Deniz”i; eski SSCB simgelerini de metalaştırdığı gibi devrimci sanat ürününü de metalaştırır. Şimdi buna şiir direnmeye çalışıyor; Hameran direnmeye çalışıyor. Bu Donkişotvari bir çaba değil üstelik. Piyasalaşmaya, metalaştırılmaya bilinçli bir tepki ile karşı koymaya çalışan Hameran’ın imdadına sosyal medya ve İnternet koşuyor.

Bu rap “herkese var da bize yok mu?” türünden sözlerle; lüks bir araba ya da yata doluşmuş kızlı erkekli kenar mahalle delikanlılarının gösterileriyle değil; toplumsal direnişle besleniyor. Gezi’de yüreği kanayanlar burada Rap’i kızıllaştırıyor. 1960’lı ve 1970’li yıllarda miting meydanları ve anma gecelerinde halk aşıkları ellerinde sazlarıyla çıkar türkü ve türküden bozma marşlar söylerlerdi. Türkiye’nin hızlı şehirleştiği, kır ve köy kökenli gençliğin üniversitelere doluştuğu dönemde, bu köylü müzik kapitalizmin hayatı metalaştırıp eski feodal ilişkilere son vermesine “tepki”ydi. Aralarında gerçekten eski aşık geleneğini yaşatanlar olduğu gibi, gecekondularda şehirleşmeyi tanıyan ve yoğun çelişkilerden beslenen bir arabeske kayanlar da oldu. Şimdi sazın yerini gitar, bateri, saksofon, keman gibi enstrümanlar aldı. O günden bugüne kırlarda yaşayanların sayısı hızla azaldı; kültürel olarak köy kültürü arkaik bir kalıntı gibi kaldı. Bir yandan büyük şehirlere, bir yandan Avrupa’ya siyasal ve ekonomik amaçlı göç, sadece devrimci teoriyi değil, çoğunlukla devrimci türkü ve marşların sözlerini de değiştirmeye başladı.

Şimdi müzik hayatla atbaşı koşmuyor; ilerisinde gibi görünüyor. Hatta hayatı bir römorkor gibi kendi sularına çekmeye çalışıyor. Grafitilerin devrimci afişlerin yerini almasından sonra, aşıkların dörtlüklerinin yerini de daha hızlı söylenen, hece sayısı tutmayan dizeleriyle yeni şarkı sözleri aldı. Çünkü hayat daha çok makineleşti; ritmi hızlandı; bir bilgisayar başında fazladan 10 saniye bile geçirmek istemeyen; hızlı yaşayan, hızlı yolculuk eden kuşaklar bu yeni müziğin hedef kitlesi oldu. Hameran da bu müzikle Ege sularında yüzüyor. İstanbul ağırlıklı müziğin yanında kendini var etmek için giriştiği yolculuk daha uzun sürecek gibi. Ama şimdiden kendini var eden Hameran sahne performansıyla çıraklık ve kalfalık aşamalarını çoktan geride bıraktığını; olgunlaşma basamaklarını birer ikişer tırmandığını gösteriyor.

İyi ki Hameran var! (Elbette Hameran’ı var etmek için didinen Özden’i ve Mahir bebeği unutmuyoruz; başarının “bireysel”i “kolektifliği” içinde barındırır.)

Ali Çakıroğlu (2013)

http://hameran.blogspot.com/2013/12/hameran.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder