25 Mart 2014 Salı

Tatavaya Devam

Seçimlere 1 haftadan daha az bir süre kaldı. Bütün partiler ve adayları bu kısa sürede son kozlarını oynuyorlar. Toplumsal mücadeleleri sadece seçimlere endeksleyen düzenin bekçileri, bu "son düzlük" deparında varını yoğunu ortaya koyarken, bir yandan da kirli, ucuz siyaset oyunlarına başvurmaktan geri durmuyorlar.

Seçimleri çok önemli görse de, asıl mücadelenin seçimlerden sonra olacağını düşünenler ise, her zaman olduğu gibi sokakta olacaklar. Hangi partiden olursa olsun, belediye başkanlarından, Başbakan'dan hesap sormaya devam edecekler. Yeni muktedirler yaratmak için değil, mahallesini, şehrini, ülkesini birlikte yönetmek için, geleceğine kendisi karar vermek için her zaman oldukları yerde sokakta olmaya devam edecekler. 

İktidarı-muhalefetiyle sadece seçimlere endeksli "siyaset" yapanlar ise, bir önceki seçimlerden sonra unuttukları seçmenleri, mahalleleri, miting alanlarını seçim sath-ı mahaline girince tekrar hatırlayacaklar. Seçimlere yönelik türlü türlü vaatler, projeler sunacaklar. 

Seçimler arası dönem, burjuvazinin bekçileri için o kadar "boş" geçmiştir ki bazı dönemlerde vaatler de pek işe yaramaz. 30 Mart 2014 yerel seçimleriyle beraber, bu boş vaatlerin de işe yaramadığını görenlerin farklı bir kampanyasına tanıklık ediyoruz:

"Tatava Yapma Bas Geç"

Her ne kadar onlar tatava yapma dese de biz bildiğimizi söylemeye devam edelim. Bu kampanyanın berzerleri esasında daha önce de defalarca yapıldı ama bu seçim dönemindekini diğerlerinden farklı kılan bunun bir kampanyaya dönüşmesi.

AKP'nin iktidara çöreklenmeye başladığının sinyallerinin alındığı 2007 yılında yapılan Genel Seçimlerde CHP ile MHP arasında adı konulmamış bir ittifak oluştu. Seçim çalışmalarında evleri, işyerlerini dolaşan CHP'li ve MHP'li partililer halka açık açık "Solcuysan CHP'ye, sağcıysan MHP'ye oy ver" diyorlardı. 
Yine 2009 yerel seçimlerinde de yine ülke çapındaki kampanyalarla değil ama şurada açıkladığımız Manisa ve İzmir-Bayraklı örneğinde olduğu gibi yerellerin durumuna özgü çeşitli ittifaklar geliştirilmişti.

2014 Seçimleri'nde ise, AKP'ye karşı CHP-MHP ittifakı, kişilerin veya yerel örgütlerin inisiyatifine bırakılmadan doğrudan ülke çapında bir kampanyayla desteklenmeye çalışılıyor. 

Tatava Yapma Bas Geç, İlk bakışta naif ve eğlenceli bir kampanya havası verse de, içeriği itibariyle ucuz siyasetin tipik bir örneği, kullandığı dil itibariyle de küstahça. 

Bu kampanyanın özeti şu; hangi ilde oy kullanıyorsanız, AKP'ye karşı en güçlü olan partiye verin.

İlk etapta kulağa hoş geliyor ama ufak bir araştırma ile işin aslının öyle olmadığını anlıyorsunuz. Bu kampanya başlatılmadan önce sosyal medyada "Ulusal Güç Birliği" adı altında CHP-MHP ittifakının taşları döşenmeye başlanmıştı bile. Sağ taraftaki fotoğrafta da görüleceği üzere şehirler MHP ve CHP arasından paylaştırılmış.

Tatava Yapma Bas Geç kampanyası da asıl olarak, "Ulusal Güç Birliği" kampanyasının üzerine inşa edildi. Ancak bu iki kampanyanın arasından ufak bir farkın olduğunu da söylemek gerek. Ulusal Güç Birliği'nde Gülen Cemaati henüz bu cephenin ortaklarından biri değilken, Tatava Yapma Bas Geç ile o da artık CHP-MHP koalisyonunun bir ortağı haline geldi. AKP ile kanlı-bıçaklı olan Gülen Cemaati, bırakın AKP'yi desteklemeyi AKP'nin iktidardan düşmesi için elinden geleni yapıyor. Ama Gülen Cemaati, doğrudan isminin bir veya birden fazla parti ile anılmasını istemediği için bu tür kampanyalarla CHP ve MHP'ye dolaylı yollardan destek vermeye çağırıyor.

Yani bu kampanya CHP, MHP ve Gülen Cemaati'ni aynı cephede topluyor.

Tatava Yapma Bas Geç'in ucuz bir siyasetin ürünü olduğunun bir diğer kanıtı da içinde barındırdığı samimiyetsizlik. Tek derdinin AKP'yi zayıflatmak olduğunu iddia eden bir kampanyada, AKP'yi birçok şehirde zayıflatma ihtimali çok yüksek olan BDP'nin listede yer almaması nasıl açıklanabilir?  

Urfa'da, Mardin'de, Ağrı'da, Muş'ta, Bingöl'de, Bitlis'te AKP'nin karşısında en güçlü hatta "tek" güçlü alternatif BDP olmasına rağmen ve BDP'nin bu belediyeleri kazanma ihtimali çok yüksek olmasına rağmen neden BDP desteklenmiyor?

Bunun cevabı çok açık: CHP, MHP ve Gülen Cemaati'nin tek ortak noktası AKP karşıtlığı değil. Bu blok aynı zamanda Kürtlere, Kürtlerin örgütlerine, devrimcilere, komünistlere karşı da ezelden beri düşmanlığını esirgemeyenleri birleştiren yeni bir cephe.

Ama ne hikmetse, bu kampanyanın hedef kitlesinin önemli bir bölümü de Kürtler, Kürt örgütlerine destek vermekten onur duyan kesimler, sosyalistler, sanatçılar, entelektüeller, aydınlar vs.
Zaten "Ulusal Güç Birliği" türü kampanyalarla CHP ve MHP ittifakı sağlanmıştı sağlanmasına da; İstanbul ve Ankara gibi şehirlerde CHP'nin kazanması için azımsanmayacak sayıda fazla olan Solcuların oylarını da almak gerekiyordu.
Kampanyanın dilinin küstahlığı da burada gizli zaten: "Tatava yapma"
Yani bu kampanyayı savunanlara göre Sosyalistlerin kullanmaktan imtina etmediği "ideoloji", "egemen sınıflar arası çekişme", "sınıf siyaseti" vb. kavramların hepsi boş laflar, hepsi Tatava.

Örneğin İstanbul'da HDP adayı Sırrı Süreyya Önder veya TKP adayı Aydemir Güler'e oy vereceğine, "ne idüğü belirsiz" ama AKP'den İstanbul'u alacak tek alternatif olan Mustafa Sarıgül'e oy ver. Bırak boş lafları.
Kampanya sahiplerine göre Sosyalistlerin ilkelerinin hepsi Tatava. Kampanyanın savunucuları için yeni bir durum değil bu. Biz bunları çok önceden beri tanıyoruz. Onlara göre; yüzlerce yıldır sınıf savaşlarının, halk hareketlerinin süzgecinden geçirilip bugüne kadar gelmiş bu ilkelerin, ideolojilerin hepsi boş laftan ibaret. Seçimlerden çok önce de böyle düşünüyorlardı, seçimlerden sonra da böyle düşünecekler ve her fırsatta karşımıza "Tatava Yapma" diye çıkacaklar. 1965 Seçimleri'nde Türkiye İşçi Partisi'ne de oyları bölme, Tatava Yapma diyorlardı. TİP'liler Tatava yapmaktan vazgeçmedi ve 15 milletvekilini Meclis'e gönderdi.

Tatava Yapma Bas Geç kampanyasının olası sonuçlarından biri de, Gezi Direnişi'de  ortaya çıkan halk hareketinin sönümlenmesi ve böylesine görkemli bir hareketin bir daha ortaya çıkmamasıdır. Gezi Direnişi, iktidar partisi AKP'ye karşı bir tepkiyle başlamasına rağmen, bütün siyasi partilere ve topyekün olarak siyaset kurumuna bir tepkiyi de içinde barındırmıştı. Taksim Komünü'nde ve diğer birçok yerde hayata geçen "doğrudan demokrasi" örnekleriyle temsili demokrasiye de meydan okundu. Gezi Direnişi'nde sokağa çıkanların büyük bir kısmı artık yönetilmek değil, "birlikte yönetmek"  istediğini de ortaya koymuştu.

Ama Tatava Yapma Bas Geç kampanyası; Gezi Direnişi hiç yaşanmamış, Gezi'den hiç ders çıkarılmamış gibi yine "sizin yerinize en iyisini biz belirleriz" diye çıkıverdi karşımıza. Sizin AKP'yi devirmek için sokağa çıkmanıza gerek yok, bizim belirlediğimiz yerlerde, yine bizim belirlediğimiz adaylara oyunuzu verin, gerisine karışmayın. AKP'yi devirdikten sonra da ülkeyi sizin yerinize biz yöneteceğiz ve ülke için en iyisi olan neyse ona da biz karar veririz.

Çünkü bu toprakların insanı, Gezi Direnişi'nde iktidarı titretmenin zor olmadığını gördü. Haziran'da ve sonrasında verilen mücadelenin üstüne biraz daha
koyarak AKP iktidarını yıkarsa, AKP'den sonra gelecek iktidarlar da diken üstünde olacaklar. AKP'yi kendi dinamikleriyle alaşağı eden halk, CHP-MHP koalisyonunun da yakasına yapışacaktı, Gülen Cemaati'nin ipliğini pazara çıkaracaktı. Düzenin bekçilerine göre; Gezi Direnişi, bir direniş geleneğine dönüşmeden bunu engellemek bu direnişi düzen için çözümlerle sönümlendirmek gerekiyordu.

İktidarın kendisiyle derdi olmayanlar, iktidarın zorbalığını dert etmeyenler, iktidardaki parti değişince bütün sorunlarının çözüleceğini düşünürler. İktidarın kendi içindeki işleyişi, kurumları, partileri, yasaları değişmedikçe iktidarın yarattığı sorunların aynen devam edeceğinin farkında değildir. Kendi gücüne, sokak muhalefetinin gücüne değil, kendinden olmayanlara sırtını yaslar. Gün olur Kara Oğlan Ecevit'ten medet umarlar, kimi zaman Uzun Adam Tayyip'ten, kimi zaman da "Çare Sarıgül" deyiverirler. Günü gelir, seks videolarının yayınlanması umuduna sarılarak iktidarın düşmesini bekler.

AKP'nin hegemonyasından kurtulmamız gerektiğinin hepimiz farkındayız ama bu hegemonyadan CHP gibi bir partide bile eğreti duran Mustafa Sarıgül gibi bir figür ile kurtulacaksak vay halimize. Nazan Üstündağ'ın dediği gibi "Yüzyıldır zaten tutuklanan, zaten ölen, zaten yasaklanan, zaten yerinden edilen, zaten görünmez olan, zaten onlarca saat çalışan, zaten cinsel ve kimliksel baskılarla yaşayanlar için AKP’nin zıvanadan çıkışı tarihsel bir kopuş değil, tekerrürden ibaret"
Baskı ve zulüm; AKP'den önce de vardı, AKP halkın kendi mücadelesiyle devrilmeyecekse yine var olmaya devam edecek.  

Çeşitli örneklerle bu tür ittifakların "seçim kazanmak" için işe yarayabileceğini gösterebiliriz ama bu şekilde kazanılan seçimlerin, Gezi Direnişi'nde bir kez daha öğrendiğimiz "şehrimizi, ülkemizi birlikte yönetme" gücümüze hiçbir katkısı olmayacaktır.

Yoldaş Pançuni (25 Mart 2014)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder